GÜLEZ değerlendirmesinde şu ifadelere yer verdi:
Açıklanan LGS ve YKS sonuçlarıyla birlikte yine tüm gözler sınav odaklı eğitim sistemimize çevrildi.
YKS sınavı sonuçlarına baktığımızda yaklaşık 64 bin adayın sıfır çektiğini görüyoruz .Yani bu adaylar TYT türkçe ya da matematik testinden 0.5 net dahi çıkaramamış. Öğrencilerin büyük çoğunluğu en kötüde eşitlenmiş. Sınav sonuçlarını değerlendirirken dikkate alınması gereken bir diğer konu da 4+4+4 sisteminin ilk mezunlarının bu yıl YKS sınavına ilk defa girmiş olmalarıdır. Eğitimin çözülmeyi bekleyen birçok sorunu varken siyasal iktidarın kendi dünya görüşü etrafında şekillendirmeye çalıştığı eğitim sistemi, bu tablonun en büyük sebebidir. Bu yılki sınav sonuçları laik,bilimsel,kamusal eğitimi yok etmek için ant içmiş AKP hükümetinin ve onun dinci,gerici eğitim anlayışının da karnesidir.
Ne yazık ki Türkiye’deki eğitim sistemi, büyük ölçüde sınavlara ve bu sınavlarda gösterilen başarıya dayanmaktadır. Sınavda yüksek puan almayı başarı gibi sunan ve eğitim hizmetinin niteliği, bulunduğu yer vs gibi kriterlere göre farklılaşan ölçme-değerlendirme yöntemleri, MEB yetkililerinin de zaman zaman dile getirdiği kimi okullardaki “şişirilmiş” not uygulamalarına bağlı olarak OBP(Ortaöğretim Başarı Puanı) uygulaması da kimi adaletsizliklere neden olmaktadır.Öğretmenlerden ailelere dek öğrenciler üzerinde oluşturulan yoğun sınav baskısı öğrencilerde, eleştirel düşünme, problem çözme ve yaratıcı beceriler geliştirmek yerine sınavlarda başarılı olmayı öncelikli hedef haline getirmekte bu da ezberci ve yüzeysel öğrenme yöntemlerinin yaygınlaşmasına yol açmaktadır.
Merkeziyetçi ve rekabetçi bir niteliğe sahip olan Türkiye eğitim sistemi denildiğinde ilk akla gelen ne yazık ki sıkça değişen müfredatlar ve sınav sistemlerimiz oluyor. Sistemler değişse bile sınavlar hep sabit kalıyor. Sınav sonuçları iller ve okullar arasında uzun yıllardır var olan sınıfsal eşitsizlik ve adaletsizliklerin artarak devam ettiğini, yetkililerin ise bunlara çözmeye niyetinin olmadığını gösteriyor.
Eğitim temel bir insan hakkı ama ne yazık ki bu hakkın tüm öğrencilere eşit uygulandığından bahsedemiyoruz. Laik, bilimsel, nitelikli bir eğitim ayrıcalığa dönüşünce,eşit koşullarda bir eğitim alamayan çocuklar da eşitsiz koşullarda sınava girince yapılan sınavlarda yoksul çocukları iyi okullardan elemeyi beraberinde getiriyor. Eskiden bu durumdan az da olsa sıyrılırken eğitim sistemimizin geldiği noktada şimdi işler iyice zorlaşmış durumda.
Eğitim sistemi bütün olarak düşünüldüğünde iyi bir eğitim alarak iyi bir meslek edinme,iyi bir yaşam sürerek sınıf atlama umudu kalmayan öğrenciler “bari meslek edinsin” diye meslek liselerine yönlendiriliyor. Aslında sınavda yüzde birlik dilime giremeyenler için bu bir zorunluluk da oluyor (ya imam hatip liseleri ya meslek liseleri). MEB’in 4+4+4 eğitim sistemiyle ilk hedeflediği şey de piyasanın ihtiyaç duyduğu ucuz iş gücünü en kısa vadede sunmaktı. Ülkede artan yoksullukla birlikte ailelerin geçimlerini sağlamak için çocuklarını iş gücü piyasasına katmaktan çekinmediğini de görüyoruz. MEB, MESEM’ler aracılığıyla buna da yasal hale getirdi ve çocuk işçiliği ‘devlet eliyle’ hiç olmadığı kadar yaygınlaştı.
Biat eden bir nesil hedefiyle, eğitimde ezbercilik,eleştirel düşünmenin sorgulayıcı aklın yok edilmesi; en temel alanların, pozitif bilimlerin müfredatta giderek ağırlığını yitirmesi,önceliğin din derslerine verilmesi, MEB’in ne sınav sonuçlarından ne de PİSA sonuçlarından rahatsız olmadığını gösteriyor. Yıllardır her sınav sonunda on binlerce adayın türkçe ve matematik derslerinde sıfır çektiğini bizzat ÖSYM açıklıyor. Ama MEB bu durumdan ya da eğitimin giderek niteliksizleşmesinden o kadar memnun ki ‘öğrenciler bilimsel eğitimden daha da uzaklaşsınlar’ diye ben yaptım olduğu mantığıyla bu yıl yayınladığı müfredatta matematik,türkçe, ve fen derslerinde sadeleşmeleye giderek birçok temel konuyu çıkardı. Yani öğrenciler bu derslerden sıfır çekti denildikçe,müfredatı ve dolayısıyla eğitimi bu dersler üzerinde yoğunlaştırmak yerine daha az matematik,fen ya da türkçe öğrensin istiyorlar.
YKS sonuçlarını değerlendirirken iktidarın yüksek öğretimi getirdiği yere, öğrencilerin yaşadığı sorunlara da değinmek gerekir.Siyasi iktidar yüksek öğretimde niteliği yükseltmeye çalışmaktan vazgeçeli çok oldu. Ülkemiz şu anda akademik bir çoraklaşmayı yaşıyor. Türkiye’de kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi konuşmayan herkesi düşmanlaştıran ve terörist ilan eden bir yönetim aklı varken akademik özgürlüğün güçlenmesi doğal olarak mümkün değildir. Ne yazık ki üniversiteler de toplumsal ve siyasal koşulların etkisi altında olan kurumlar. Üniversitelerin demokratikleşmesi ve akademik özgürlüğün güçlenmesi, siyasal ve toplumsal yaşamın demokratikleşmesinden, temel hak ve özgürlüklerin güçlenmesinden bağımsız düşünülemeyecek bir durumdadır.
Ekonomik krizin yıkıcı etkilerinin özellikle yoksul halk tarafından derinden hissedildiği, öncelikli kaygının aç kalmamak olduğu günümüzde ekonomik olanakları yetersiz öğrencilerin eğitim alma haklarını kullanmalarını sağlamak sosyal devlet olmanın,toplumsal adalet ve fırsat eşitliği ilkelerinin temel gereklerindendir. Bunun için talep eden tüm öğrencilere her kademede, ama özellikle orta ve yükseköğretimde yurt,beslenme ve ulaşım olanağı sunmak sosyal devletin temel sorumluluğudur. Eğitim bir ayrıcalık değil, temel bir insan hakkıdır. Öğrencilerimizin insanca yaşayabilecekleri beslenme,barınma ve ulaşım hakkı, anayasal bir hak, kamusal bir sorumluluktur.
Eğitim sistemimiz çocuklarımızı ve gençlerimizi eğitmemekte, sadece yapılacak olan sınavlara hazırlamaktadır. Dolayısıyla öncelikli olarak yapılması gereken, öğrencilerimizi sınav cenderesinden kurtarmaktır. Çünkü yapılan sınavlarda çocuklarımız ve gençlerimiz resmen yarıştırılmakta, sadece okulda değil günlük yaşamlarında da birbirleriyle rekabet etmeleri istenmektedir. Öğrencilerimize okullarda dayanışmayı,arkadaşlığı,birarada yaşamayı deneyimleme ortamları yaratmamız gerekirken ne yazık ki ilkokuldan başlayarak “en yakın arkadaşın sınavlarda en büyük rakibin” fikrini empoze ediyoruz.
İlköğretimden başlayarak üniversiteye kadar, sürekli olarak yapılan sınavlara endekslenmiş bir eğitim sisteminin nitelikli olması mümkün değildir. Öğrencilerimizin, her şeyden önce insani olmayan,bir günde iki sınava girerek başarı göstermelerinin beklendiği bu sistemden bir an önce vazgeçilmelidir. Onları geliştirici, çok yönlü bilgi ve beceri kazandırıcı, nitelikli bir eğitim anlayışını benimseyerek, eğitim sisteminin öncelikli sorunu olan ‘sınav merkezli eğitim’ anlayışı biran önce terk edilmelidir. Bunun yerine öğrencilerin ilgi, yetenek ve istekleri doğrultusunda istediği bölümü seçebileceği, hangi alanda okuyacağına kendisinin karar vereceği, toplumsal faydayı gözeten bir eğitim sistemini hep birlikte oluşturmalıyız.
* Eğitim Sen Genel Yüksek Öğretim ve Eğitim Sekreteri
ÇALIŞMA HAYATINDAN SAYFASINI